Ilmi ve irfani gelenegin uzak sinirlarinda yasayan insanoglu, varlik planini arayip durdu. Tanrinin yarattigi ilk varligi merak edip, kainatin bilgisine takildi yillarca. Derken, her seyi tam olarak bildigini zannettigi bir anda zamansizlik ve mekansizlik kesti yolunu. Iste Hallac-i Mansur efsanesi böyle bir ortamda dogup büyüdü.
Merakli bir genc olan Hallac-i Mansurun ögrenmek istedigi o kadar cok sey vardi ki, isimlerini saymak bile insanin basini döndürmeye yetiyor. Iste onlardan bazilari
- Yillardir mabetlerde titizlikle korunan ilahi sir neydi
- Deha ve deliligin ayrildigi cizgi sirati mustakim miydi
- Ruhun kendi farkindaligini fark etmesi, kisiyi hiclige mi götürür yoksa yeni bir varlik planina mi
- Aklin akilsizligi kavramasi mümkün mü
Hallac, bu duygularin pesinde, bilinen dünyanin neredeyse yarisina yakinini dolasti. Kimileri onun Enel Hak dedigi icin öldürüldügünü söyleseler de, bu dogru degildir. Benzer sözler dönemin sufileri arasinda yaygindi. Onun gercek ölüm nedenini siyasi ve ekonomik tercihlerinde aramak gerekir. O, siyasi iktidarin, Abbasilerde degil, Ehlibeyte bagli imamlarda olmasi gerektigine inanan görüslere yakin hissediyordu kendini. Döneminde yaygin olan köleligi, karaborsaciligi ve tefeciligi elestirir, özel mülkiyete karsi ortak mülkiyeti savunurdu. Cagdaslari arasinda onu bu yönüyle Ebuzer Gifariye benzetenler coktu. O, hayati boyunca bilginin kücük bir azinligin tekelinde olmasini savunanlara karsi mücadele verdi. Üzerinde günesin batmadigi Abbasi devletinde, gücü kontrol eden güclerle hesaplasmasi kacinilmazdi. Öyle de oldu sonunda. Mücadelesi onu yoklukta varligin sinirina yaklastirirken, daragacina da yaklastirdi aslinda.